İngilizce öğrenmekle ilgili korkular ve önyargılar
20 Aralık 2019Einstein’ın önyargıları kırmakla ilgili lafı hepimizin malumudur. (Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan zordur).
Ülkemizde İngilizce öğrenimiyle ilgili büyük önyargılar var. İnsanlarımız bu dili öğrenemeyeceklerini düşünüyor. Bu yazıda bu önyargıları kırmak ve İngilizce öğrenmenin yeterince zaman ve emek harcayan herkes için mümkün olduğunu göstermek amacı taşıyoruz.
Bu yazıda sırasıyla bahsedeceklerimiz:
- Kötü okul tecrübeleri
- Dil öğrenmenin özel bir yetenek gerektirmemesi
- Türkçe’nin zor, İngilizce’nin kolay öğrenilen diller olması
- Dil öğrenmek için gerekenler
Kötü Okul Tecrübeleri
Kötü okul tecrübesi ne demektir: kötü okul tecrübesi İngilizce dersinden alınan düşük notlardır. İngilizce dersini ancak cömert sözlü notları sayesinde geçebilmektir. İngilizcenizin hep aynı seviyede kalması, “what is your name”den öteye geçememesidir. Ve bütün bunların sonucunda İngilizce öğrenebileceğinize dair en ufak bir inancınınız kalmamasıdır.
sebepleri:
1- Kalabalık sınıflar
Ülkemizde İngilizce öğrenmek için en ideal ortam iyi üniversitelerin hazırlık sınıflarında bulunur. Bu sınıfların mevcudu 15’tir. Öğrencilerin İngilizce seviyesi birbirine yakındır. Sınıf mevcudunun düşük olması sayesinde her öğrencinin derse katılma imkanı vardır. Seviyeler aynı olduğu için de öğrenciler konuşurken rahattır, çünkü diğerlerinin kendisinden daha iyi İngilizce bilmediğinin farkındadır. Bu öğrenciler emek verip para harcayıp kazandıkları bölüme başlayabilmek ve bölümde İngilizce yüzünden sıkıntı çekmemek için çok iyi İngilizce öğrenmeleri gerektiğinin de farkındadır. Dolayısıyla çok güçlü bir motivasyona sahiptir. Hazırlık sınıflarında İngilizce dersi haftada 30 saattir. Bu da dil öğrenmek için gereken yoğunluğu sağlar.
Okullarımızdaki koşullarsa bu maddelerin her biriyle çelişmektedir. Sınıflar 15 kişilik değil en az 30 kişiliktir. Öğrencilerin seviyesi birbirinden çok farklıdır. Mesela aynı sınavdan biri 100 üzerinden 92 alırken bir diğeri 6’da kalabilmektedir. Bu da çoğu öğrencinin derse katılmasını engeller çünkü hepsi hata yapıp rezil olmaktan korkar. Beleşten sınıf geçilebilen mevcut sistemde öğrencilerin çoğu İngilizce öğrenmek için bir sebep görmez. Dolayısıyla motivasyondan da mahrumdurlar. Ders saati de en fazla haftada 6 saattir. Gerekli yoğunluk sağlanmaz.
Bu şartlar altında İngilizce öğrenememiş olmanız sizin İngilizce öğrenme konusunda kabiliyetsiz olduğunuzu göstermez. Böyle bir önyargınız varsa kırın atın.
İyi bir üniversitede hazırlık okuyanlar bilir: İngilizce, bu dili öğrenmek için yeterli motivasyona sahip ve İngilizce seviyesi birbirine yakın insanlara 15 kişilik sınıflarda haftada 30 saatlik dersle öğretilir. İngilizce dışında bir ders de yoktur. Öğrenci üniversiteyi kazanmıştır ama bölüme başlamadan önce hazırlık sınıfını geçmesi gerekmektedir. İngilizce eğitim verilen bir bölümde okuyacaksa da sadece hazırlık sınıfını geçmesi değil çok iyi İngilizce öğrenmesi şarttır. O noktaya gelebilmek için çok büyük emek vermiş ve para harcamış olan öğrenci ise “buradan geriye dönüş yok” der ve İngilizce öğrenme serüvenine büyük bir kararlılıkla başlar. Etrafında kendisiyle aynı motivasyona sahip insanlar vardır. Bu insanlar İngilizce seviyeleri kendilerininkiyle aynı olan 15 kişiyle aynı sınıfa yerleştirilirler.
Sonuç:
İngilizce öğrenmek isteyenler İngilizce öğrenmek istemeyenlerin tacizlerine maruz kalmazlar çünkü İngilizce öğrenmek istemeyen kimse yoktur o sınıfta.
Herkes aynı seviyede olduğu için ne “leb” demeden “leblebi”yi anlayıp pat diye cevabı söyleyenler ne de leblebi konusu anlatılırken “hocam ben daha leb konusunu anlamadım” diyerek sınıfı yavaşlatanlar bulunmaz ortalıkta. Öğrenciler sınıf arkadaşlarının İngilizcelerinin kendilerininkinden daha iyi ya da daha kötü olmadığını bilmenin rahatlığıyla yani ne rezil olma korkusu ne de çok bilmiş görünme endişesi taşımadan derse katılırlar. Seviye aynı olduğu için herkes aynı anda ilerler, anlatılan konuyu herkes aynı anda anlar; sınıf küçük olduğu için de herkesin derse katılma/ konuşma imkanı vardır.
Peki üniversite öncesi okullarda İngilizce nasıl öğretilir yani öğretilmez: en az 30 kişilik sınıflar, çoğu ne İngilizce’yi ne de başka herhangi bir dersi öğrenme isteğine sahip olmayan öğrenciler, kimi öğrencilerin İngilizce seviyesi göğe varmış, kimisi daha “how old are you” sorusuna cevap veremez durumda, bir tarafta iyi kötü derse katılmaya çalışanlar, diğer tarafta onları engellemeyi kendine görev edinenler, öğretmen bir kısım öğrencileri dersi dinlemeye ikna etmekten doğru dürüst ders anlatmaya fırsat bulamıyor, ders zaten haftada 2 ya da 4 saat, az çok bir şeyler öğrenilse bile bir sonraki derse kadar o da unutuluyor. Bu ortamda İngilizce öğrenmeye çalışıp da öğrenemediyseniz emin olun sorun sizde değil. İngilizce öğrenmeye dair okulda edindiğiniz o önyargıyı kırın atın. Gerekli ortam sağlandıktan ve siz yeterli çabayı gösterdikten sonra çok iyi İngilizce öğrenebileceğinize kesin olarak inanın.
2- Motivasyonsuz öğrenciler
Motivasyonsuz yani İngilizce öğrenmek için hiç bir sebebi olmayan öğrencilerden biri olmak ya da böyle öğrencilerin arasında kalmak. Öğrencilerin sınıfta kalmak gibi bir derdi yok. Bu durumda çoğu öğrenci İngilizce dersini öğrenmek için geçerli bir sebep göremiyor, görmek de istemiyor. Motivasyonu olmayan bu öğrenciler kendileri öğrenmedikleri gibi öğrenmek isteyene de engel oluyor. Derse katılıp iki kelime söylemek isteyen öğrenciyle dalga geçmeye, ona gülmeye hazırlar.
Kalkıp konuşmaya kendini zar zor ikna etmiş olan öğrencilerin özgüvenini yerle bir ediyorlar. Siz de bu motivasyonsuz öğrencilerden ya da onların kurbanlarından biri olabilirsiniz. Bu yazıyı okuduğunuza ve bu satıra kadar geldiğinize göre şu an yeterli motivasyona sahipsiniz ve İngilizce öğrenmeye hazırsınız.
3- Ders kitapları ve müfredat
Ders kitapları ve müfredat öğrencilerin her şeyi öğrenerek sınıf geçtikleri varsayımına dayanıyor. Yani bir öğrenci lise birinci sınıfa gelmişse A1 seviyesinde İngilizce bilir ve bu seviyede yazılmış ders kitaplarını rahatlıkla anlar, sonraki sınıflarda da İngilizce seviyesini gittikçe yükseltir sanılıyor. Bu sebeple de İngilizce ders kitapları bu seviyelerde hazırlanıyor. Halbuki çoğu öğrenci lise 1’e başladığında İngilizce seviyesi A1 düzeyinde değil “what is your name” düzeyindedir. Sonraki yıllarda da aşağı yukarı bu düzeyde devam eder.
Gittikçe ağırlaşan ders kitapları da öğrenciyi dersten iyice koparır. Sonuçta öğrenci İngilizce öğrenemeyeceğine inanmaya başlar. Peki bu esnada İngilizce öğretmenleri ne yapmaktadır derseniz; kendi adıma konuşayım, mevcut müfredatı ve ders kitaplarını öğrencinin seviyesine indirmek ve dersi daha anlaşılır kılmak için akıllı tahta sunumları hazırlıyorum ve bu sunumlarda yüzlerce resimli kelime anlatımı veriyorum, derste de cümleleri neredeyse kelime kelime açıklıyorum ve öğrencileri benzer cümleler kurmaya teşvik ediyorum. Kısacası öğrencileri İngilizce konuşabileceklerine ikna etmeye çalışıyorum. Okul dışında basit hikâye kitapları okuyup İngilizce seviyelerini yükseltmeleri için de yüksek notlar teklif ediyorum. Kendi internet sitemde de basit, resimli, animasyonlu hikayeler yayınlıyorum. Tabi yine de öğrenciye çok iş düşüyor. Maalesef çoğu öğrenci gerekli iradeyi gösteremiyor ve sonuç yine kötü. Şimdi okulda olanları bir kenara bırakıp dil öğrenmeyle ilgili temiz bir sayfa açın hayatınızda. Mevcut sistemde bir öğrencinin İngilizce öğrenmemesi gayet normaldir.
Dil öğrenmek özel bir yetenek gerektirmez
Dil öğrenmek özel bir yetenek gerektirmez. Tabi ki bu konuda özel yetenekli olan insanlar vardır. Bu insanlar diğerlerinden daha kolay dil öğrenirler. Ama etrafınıza bir bakarsanız tanıdığınız en aptal insanın bile Türkçe konuşabildiğini görürsünüz. Dünyanın öğrenilmesi en zor dilleri arasında kabul edilen Türkçe’yi öğrenmiş bir insan olarak dil öğrenme becerisine sahip olduğunuzu çoktan ispatladınız. Şimdi bu beceriyi dünyanın öğrenilmesi en kolay dillerinden biri olarak kabul edilen İngilizce’yi öğrenmekte kullanacaksınız. 10 kiloluk bir yükü tek parmağıyla kaldırabilmiş bir insan 5 kiloluk poşeti kaldıramayacağını düşünmemeli. Bu söylediklerimi anlayabiliyorsanız durumunuz tam olarak budur.
Türkçe öğrenilmesi en zor dillerden biridir.
Sebepleri:
Kelime diziliminin net bir kuralı yoktur.
Evet, cümlelerimiz özne+nesne+fiil olarak sıralanır, standardı budur ama bu öğeler yer değiştirebilir. Mesela “Ben camı kırdım” cümlesini
- Ben camı kırdım.
- Ben kırdım camı.
- Kırdım ben camı.
- Camı kırdım ben.
- Camı ben kırdım.
- Kırdım camı ben.
şeklinde 6 farklı biçimde söyleyebilirsiniz. Gizli özne kullandığınızı düşünürsek,
- Camı kırdım.
- Kırdım camı.
şeklinde iki farklı cümle daha oluşturabiliriz. Yani toplam iki-üç kelimeden oluşan bir cümleyi 8 farklı şekilde söyleyebiliriz. Türkçe öğrenmek isteyen biri için bu tam bir kâbus olsa gerek.
İngilizcedeyse bu 8 cümlenin tek bir karşılığı var = I broke the window.
Çekim Eklerimiz
Bir de eklerimiz var, çekim eklerimiz. Mesela gelmek fiilini gelecek zamanda çekimleyelim.
- Geleceğim
- Geleceksin
- Gelecek
- Geleceğiz
- Geleceksiniz
- Gelecekler
Gördüğünüz gibi her şahıs için ayrı bir ek getiriyoruz fiile. Bunu İngilizce’ye uyarlarsak yapacağımız tek şey şahıslardan yani özneden sonra “will come” kelimelerini getirmek olur. Bir de bunun ünlü uyumu boyutu var. Mesela fiilimiz “gelmek” değil de “almak” olsa deminki –ecek eki “-acak”a dönüşüyor.
- Alacağım.
- Alacaksın.
- Alacak.
- Alacağız.
- Alacaksınız.
- Alacaklar.
Türkçeyi öğrenmiş biri dil öğrenme becerisi olduğunu net bir şekilde göstermiştir.
Ülkemize gelen Suriyeliler çoğu eğitimsiz insanlar olmalarına rağmen Türkçe’yi yani öğrenilmesi en zor dillerden birini özel bir kursa bile gitmeden öğrendiler. Uygun ortam sağlandığında dil öğrenmenin ne kadar kolay olduğunu gösteren bir başka örnek. Dil öğrenmeyle ilgili önyargılarımızı kırması gereken bir durum.
Dil öğrenmek için gerekenler
Bu yazıda şimdiye kadar dil öğrenmeyi gözünüzde büyütmemeniz gerektiğini anlattık. Ancak büyütmemeniz gerektiği gibi küçültmemeniz de gerek. Yani dil öğrenmeyi çok kolay sanmak da yanlış.
Dil öğrenmek özel yetenek gerektirmez ama özel bir çaba ve zaman gerektirir. Ne kadar zaman ve ne kadar çaba gerektirir diye soracak olursanız İngilizce’yi üniversite hazırlıkta öğrenmiş biri olarak vereceğim cevap şudur: 9 ay boyunca haftada 50 saat. Evet, 9 ay boyunca haftada 50 saat. Bu 50 saatin 30 saati okulda 20 saati evde. Bu rakamlar gözünüzü korkutmasın. Bu, İngilizce öğrenme sürecinin en sıkıştırılmış hali. Siz bunu yıllara yayabilirsiniz. Dil öğrenmenin tek zorluğu da işte burada başlıyor.
Uzun bir zaman boyunca her gün aksatmadan İngilizce öğrenmeye zaman ayırabilecek misiniz? Bilmediğiniz kelimeler, bir türlü anlam veremediğiniz cümlelerle karşılaştıkça azminizi koruyabilecek misiniz?
Diyelim ki korudunuz ve aylarca aksatmadan çalıştınız. Geriye dönüp bunca çalışmanın ardından çok az bir mesafe katettiğinizi gördüğünüzde aynı kararlılıkla çalışmaya devam edebilecek misiniz?
Hazırlık okulunda haftada 50 saat İngilizce çalışarak aylar geçirmeme rağmen pek de İngilizce öğreniyormuşum gibi gelmiyordu bana. Öğretmenimiz de bunu hissetmiş olacak ki “dil öğrenmek, bir bebeğin gözünüzün önünde büyümesine benzer. O büyür ama siz farketmezsiniz. Siz farketmezsiniz ama o büyür” demişti. Ben, İngilizce’yi öğrenmeye mecbur olduğumdan “daha bir arpa boyu yol gidemedim” tarzı hisleri pek ciddiye almıyor ve çalışmaya devam ediyordum. Siz böyle hisler ağır bastığında eğer mecbur değilseniz yine de öğrenmeye devam edebilecek misiniz? İşte bütün mesele burada.
Dil öğrenmenin tek zorluğu yeterli irade gücüne sahip olmak ve onu korumaktır. Bir ara Fransızca öğrenmeye karar vermiştim. Bilmem neden? Öylesine heves etmiştim herhalde. Bir süre düzenli olarak çalıştım. Hatta planladığımdan fazla çalıştım ve hızlı ilerledim. Ama bu “neden” sorusuna verecek net bir cevabım olmadığı için devam ettiremedim. Sizin “neden İngilizce öğreneyim” sorusuna verecek net bir cevabınız var mı? Eğer varsa emin olun bu dili öğreneceksiniz. Yani korkmanız gereken tek şey kendi iradeniz.
Dil, seslerden oluşan bir dünyadır. Bunun abartı olduğunu düşünmeden önce şöyle etrafınıza bir bakın. Gördükleriniz arasında dilde karşılığı olmayan bir şey var mı? Mesela şu, televizyon, şu, sehpa. Şu dört tekerlekli motorlu şey araba. Şu komik hayvan bir kedi. Şu resimde anlatılan eylem, koşmak, şu, yüzmek.
Gördükleriniz kadar görmediklerinizin de karşılığı var dilde. Düşünmek, hayal etmek, ruh, melek, fikir. Dolayısıyla yeni bir dil öğrenmek yeni bir dünya keşfetmektir. Küçük bir şey, kolay bir şey değildir yani. Bu büyük dünya tüm haşmetiyle karşınıza dikildiğinde korkuyla ürpermeniz, ben bu dünyaya nasıl hakim olacağım diye düşünmeniz normaldir. Sonuçta bilmediğiniz bir dil, anlamsız sesler yumağı demektir – birini diğerinden ayıramadığınız, nerede başlayıp nerede bittiği belirsiz bir sesler yumağı. Dil öğrenmek o yumağı iplik iplik çözmeye kalkışmaktır. O sesleri tek tek tanımaktır, hepsini birbirinden ayırmaktır. Düşüncesi bile insanı ürkütür. Ancak korkmak başka şeydir ümitsizlik başka şey.
İlginçtir, ben hiç korkmamıştım İngilizce’den. Üniversite tercih kılavuzunda tercih ettiğim bölümün yanında parantez içinde küçük harflerle ing yazıyordu. Nedense İngilizce o an bana işte öyle iki parantezin arasına sığıverecek küçücük bir şey gibi görünmüştü ve “öğreniriz canım, ne olacak” diye geçirmiştim içimden. Acı gerçekle hazırlık okulunun kapısına geldiğimde karşılaştım. İngiliz dili işte az önce tasvir ettiğim gibi tüm haşmetiyle dikildi karşıma ve ben ilk defa korkuya kapıldım ve hatta öğrenebileceğime dair şüpheye düştüm. Meğerse benim korkusuzluğum cehaletimdenmiş. Ortaokulda ve lisede İngilizce derslerimiz zaten çoğunlukla boş geçerdi ya da başka derslerin öğretmenleri tarafından anlatılırdı. Ben de İngilizce bilmeyen öğretmenlerden aldığım notlarla İngilizce’yi çok kolay öğrenilir sanmışım. Bir de önceki yıl hazırlık okuyanlardan “İngilizce düşünmek” kavramını duyunca iyiden iyiye ümitsizliğe kapıldım. Aslında hiç bir şey bilmediğimi farkettim. Ama onca emek verip kazandığım üniversiteyi İngilizce yüzünden bırakıp gitme lüksüm yoktu. Bu nedenle ümitsizliği sildim aklımdan. İster istemez azmedecek, çalışacak ve öğrenecektim. Öğrendim de.
Özetlemek gerekirse, okulda yaşadıklarınızı unutun ve kötü okul tecrübelerinden kaynaklanan önyargılarınızı kırın. Dil öğrenmek özel ve üstün bir yetenek gerektirmez. Türkçe’yi konuşabiliyor, bu videoyu anlayabiliyorsanız dil öğrenmek için yeterli kabiliyete sahip olduğunuzu zaten ispatlamış durumdasınız. Ancak dil öğrenmenin çaba, zaman ve güçlü bir irade gerektirdiğini de unutmayın.
Son olarak, beyninize İngilizce öğrenemeyeceğinize dair gizli emirler göndermeyi bırakın. Beyin sizin bir organınızdır. Siz onun emrinde değilsiniz, o sizin emrinizde. O sizin her dediğinizi ciddiye alır. Siz ben bunu yapamam derseniz beyin isyan edip de “yaparız abi” demez. Bilakis, “anlaşıldı, bu iş yapılmayacak” der.
Hepinize iyi öğrenmeler dilerim.