Cümle

Bu uzun makalede bulacaklarınız;

İngilizce cümle yapısı yani öğelerin dizilimi

Türkçe cümle yapısı Özne + Nesne + Fiildir.
Ali Ayşe’yi seviyor.

İngilizce’de ise fiil sonda değil ortada bulunur:
Özne + Fiil + Nesne
Ali loves Ayşe.

İngilizce cümlelerde öğeler her zaman özne+fiil+nesne şeklinde sıralanır. Yani öğelerin yeri sabittir, değişmez. Bu dili öğrenen biri için bu, bulunmaz bir nimettir. Bu sebeple okuduğunuz bütün metinlerde bu yapıyı görmeye çalışın. Her cümlede “bu özne, bu fiil, şu da nesne” deyin. Bir süre sonra beyniniz buna alışacak ve öğeleri otomatik olarak ayrıştıracaktır. Sonra aynı şeyi İngilizce konuşurken / yazarken de otomatik olarak yapmaya başlayacaksınız.

İngilizce cümle yapısıyla ilgili bilmeniz gereken budur. Bu, İngilizce öğrenirken bilmeniz en önemli kuraldır. Aşağıdaki paragraflarda bu konunun daha dramatik bir anlatımını bulabilirsiniz. Sayfanın altında zamanlarla ilgili bağlantılara ulaşabilirsiniz.

Cümle ve öğelerinin bir bebeğin bakışıyla tanımı

John bebek, etrafını saran anlamsız sesler duvarının tuğlalardan (kelimelerden) örülü olduğunu fark etmiş ve bu tuğlaları tek tek sökerek duvarı aşabileceğini düşünmüştü. Ancak bir süre sonra başka bir şeyi fark etti: bu duvardaki tuğlalar birbirinden ayrı ve kopuk birimler değildi. Öbek öbektiler. (www.bebekce.gen.tr) Grup gruptular. Üçerli beşerli gruplar halinde dönüyorlardı etrafında. Üstelik devamlı yeni gruplar oluşuyordu. Tek tek gelseler çoğuyla baş edebilirdi ama böyle çeteler halinde saldırınca yine şaşkına çeviriyorlardı John bebeği. Dahası, şimdi bir çeteye üye olan tuğla, az sonra başka bir çetenin içine girip yeniden saldırıyordu. Bu çetelere “cümle (sentence)” dendiğini yıllar sonra öğrenecekti John bebek.

ÖZNE (SUBJECT)

Yavaş yavaş bu çeteleri çözmeye ve çökertmeye başladı John bebek. Bir kere her çetenin bir reisi vardı. Asıl işi yapan oydu zaten. Bu reise özne dendiğini henüz bilmiyordu ama çetenin başı olduğunu, şeklini şemalini ve nerede bulunduğunu öğrenmişti. Reis olduğu için tabi ki çetenin (cümlenin) başında geliyordu; çete üyeleri arasında ilk görünen/duyulan her zaman oydu. John bebeğin İngiliz olmak yönüyle böyle bir avantajı vardı işte. Mesela aynı tarihlerde Türkiye’de kendi anasının dilini öğrenmeye çalışan Cemil bebek bu çete liderini fark etmekte, tanımlamakta ve bulmakta çok zorlanıyordu çünkü Türk cümlelerinin yani çetelerinin reisi her zaman başında olmuyordu çetenin; bazen sonunda (Bardağı kırdı babam), bazen ortasında (Bardağı babam kırdı), bazen de başında (Babam bardağı kırdı) bulunuyor, bazense hiçbir yerde bulunmuyor (Bardağı kırdı), işleri gizli gizli, perde arkasından idare ediyordu. (www.bebekce.gen.tr) Cemil bebek çete reisini araya dursun John bebek çeteyi görür görmez ilk karşısına çıkanın çete reisi olduğunu çok iyi biliyor (Daddy broke the glass), çetenin geri kalanını da buna göre tahmin edebiliyor ve bu çeteyi çözüp çökertmeye kesin olarak hazır bulunuyordu.

FİİL (VERB)

Çetenin bir diğer değişmez elemanı da reisin peşini hiç bırakmayan işçiydi, yani yapılan iş. Adının fiil olduğunu yıllar sonra öğrendiği bu ikinci eleman daima reisin ardından geliyordu. Dolayısıyla onun da yeri belliydi. Bu durumda John bebek bir çeteyle karşılaştığında önce onun reisini tespit ediyor, sonra da bu reis ne yapmış onu görüyor/duyuyordu. Bu çetelerle iyice anlaşmaya başlamıştı.

NESNE (OBJECT)

John bebek kısa bir süre sonra çetenin üçüncü ve en ezik elemanı olan nesneyle tanıştı. Reis (özne) ister, işçi (fiil) yapar, olanlar nesneye olurdu. Bu o kadar ezik bir elemandı ki bazen çeteye almazlardı bile onu. Mesela “Mommy slept (Anne uyudu)” çetesinin her çetede olduğu gibi bir reisi (mommy) ve bir de işçisi (slept) vardı ama nesnesi yoktu. Bu tür çeteler bu elemanı almazlardı aralarına. Fakat çoğu çete onsuz da yapamazdı. Mesela “daddy broke (baba kırdı)” dendiği zaman doğal olarak neyi kırdı diye soruyordu insanlar. Bu durumda bu işten etkilenecek eleman illa ki aranır bulunur ve çete tamamlanırdı.

 blankÜç elemanlı tipik bir İngilizce çetesi yani cümlesi.

ÖZNE+FİİL+NESNE. İngilizce’nin bu değişmez cümle yapısının çok faydasını gördü John bebek. Kulağına toslayan her cümlenin ilk kelimesinin işi yapan kişi yani özne olduğunu biliyordu bir kere.

Mesela bu cümlede işi yapan KEDİydi. Kulağına ilk toslayan oydu çünkü. Bakalım ne yapmıştı? Bunu da sonraki kelime söyleyecekti, adı gibi biliyordu. ozne
 fiilİşte ikinci kelime. Evet, kedinin ne yaptığı belli oldu. Şimdi sırada en ezik öğe yani nesne var. Bakalım kedi neyi dökmüş. Merakla bekliyor John. Bir tahmini var ama…
Evet, tam düşündüğü gibi… cumle

Buna benzer birkaç bin cümle daha duyduktan sonra artık bu kelime çetelerini tek tek özne+fiil+nesne şeklinde bölerek algılamasına gerek kalmadı, çünkü beyni bu işi otomatik olarak yapar olmuştu.

John bebekle aynı anda İngilizce öğrenmeye çalışan bir üniversiteli

O sıralarda Marmara Üniversitesinde İngilizce hazırlık okuyan bir Türk öğrenci ise bu işe “İngilizce düşünmek” dendiğini öğreniyor, kendi beyninde bu mekanizmayı kurmaya çalışıyordu. John bebeğin her gün doğal olarak karşılaştığı yüzlerce cümleyi o, basitleştirilmiş İngilizce hikaye kitaplarında arıyordu. Yapması gereken de buydu.

Marmara hazırlıkta İngilizce öğrenmeye çalışan komik arkadaşımız Hamdi’yle ilgili illaki belirtmemiz gereken bir durum var:

1. Yoğunluk:

John bebek adeta radyasyona maruz kalır gibi İngilizce’ye maruz kalıyordu. Hamdi ise günde altı saat İngilizce dersi görüyordu ki bunun en az dörtte biri ister istemez Türkçe oluyordu. John bebekle arasındaki bu muazzam farkı kapatmak ve bu dili adamakıllı öğrenebilmek için bir şeyler yapmalıydı. İngilizce öğretmenlerini bir odaya kapatıp saatlerce İngilizce konuşturması mümkün değildi. Gidip İngiltere’de yaşamak gibi bir imkanı da yoktu. “Artık sınıfta İngilizce konuşalım arkadaşlar” kuralı da işlemiyordu, zaten doğal da değildi.

a) O da kitaplara sığındı. Okul kütüphanesinde bol bol bulabildiği basitleştirilmiş İngilizce hikayelere dadandı. (bebekce.gen.tr) John ‘un kulaklarına günde yüzlerce kez toslayan cümleleri Hamdi gözleriyle karşılıyordu. Başlarda o da John bebek gibi öznesini, fiilini, nesnesini ayrıştıra ayrıştıra anlamaya çalıştı cümleleri. Zamanla bu bir alışkanlığa dönüştü, beyninde özne+fiil+nesne mekanizması kuruldu. Kendi bebekliğinde kurduğu Türkçe cümle (özne+nesne+fiil) mekanizmasının yanına bunu kurmak az bir iş değildi. Resmen ikinci bir düşünme motoruydu bu. Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan derken kastettikleri bu muydu acaba?
b) Bir de beyninde yeni yeni kurulan İngilizce düşünme motorunu boş bırakmamaya çalıştı. Artık düşüncelerini İngilizce olarak şekillendirmeye çalışıyordu. Mesela bir arkadaşını beklerken “nerede kaldı bu arkadaş” demiyor, “where has he been?” diyor ya da demeye çalışıyordu. “Biz iyi arkadaşız” demiyor, “we are good friends” diyordu. Kısacası sınırlı kelime hazinesini kullanarak kurabildiği kadar cümle kuruyordu kafasında.

2. Doğallık:

Dil öğrenmenin bebek işi olduğunu fark eden Hamdi, bebeklerin kelime öğrenirken ya da konuşurken ve dinlerken sözlük kullanmadıklarının da farkındaydı. Nasıl ki John bebek bir cümleyi anlamadığında annesi babası ona bebekçe tercüme yapmıyordu –ki yoktu zaten böyle bir dil- ve John o söylenen neyse onu İngilizce olarak anlamaya çalışıyordu –ki anlamasa da bu, dünyanın sonu olmazdı, en kötü ihtimalle üç dört kere daha söylerler, yine anlamazsa da boşver deyip geçerlerdi, Hamdi de okuduğu kitapları mümkün olduğunca sözlüksüz çözmeye çalıştı. Bazen koca koca paragrafları anlamadan geçtiği oluyordu ama Hamdi bunu kafaya takmıyordu çünkü önemli olan okumada devamlılığı sağlamak, tempoyu düşürmemek ve İngilizce’ye maruz kalma yoğunluğunu kaybetmemekti. Hikayenin genel gidişatını takip edebildiği müddetçe okumaya devam ediyordu. Zaten zırt pırt sözlük aça kapata kitap okunmazdı, okumaktan sıkılırdı insan. Bazen bu okumalar, arada anlaşılmayan kelimelerden, cümlelerden ve paragraflardan dolayı bir rüyayı anımsatıyordu; rüyaların belirsizliği, sis perdesi ve ayakları yere basmama hissi bu okumalarda da yaşanıyordu. Bu şekilde bir çok hikayeyi yarım yamalak anlayarak bitirdi Hamdi efendi. Ama zaten hedef özne+fiil+nesne mekanizmasının kurulumunu sağlamlaştırmak ve bunun için gereken yoğunluğu sağlamaktı.

Çeviriden kesinlikle uzak duruyordu Hamdi. John bebek önce bebekçe düşünüp sonra bunları İngilizce’ye çevirerek konuşmuyordu ya. O halde kendisi de önce Türkçe düşünüp sonra bunları kelime kelime İngilizce’ye çevirmeye çalışmak gibi gereksiz alışkanlıklar edinmekten kaçındı. Bunun için kelimeleri mümkün olduğunca gerçek dünyadaki karşılıklarıyla öğreniyordu, Türkçeleriyle değil.

Nasıl ki “water” denince John bebeğin zihninde o berrak sıvı beliriyordu, Hamdi için de böyle olmalıydı.

Kelime nasıl öğrenilmeli
Doğru
Kelime nasıl öğrenilmeli
Yanlış

3. Cesaret

konuşma

KONUŞMA – KARANLIĞA YÜRÜYÜŞ
John bebek bir cümleye başlamadan önce kendine “ben bu işin sonunu getirebilir miyim, bu cümleyi rezil kepaze olmadan tamamlayabilir miyim?” türünden komik sorular sormuyor, direk konuşmaya başlıyordu.

Bu şekilde bir bakıma karanlığa adım atmış oluyordu. Ne olacaktı sanki? En kötü ihtimalle etrafındakiler kendine bir iki güler geçerdi.

Artık bir üniversite öğrencisi olan ve etrafın tepkilerine karşı duyarlılığı çok daha yüksek olan Hamdi ise başlarda gösteremedi bu her bebeğin sahip olduğu cesareti. Önce cümleyi noktasına virgülüne kadar kafasında tamamlıyor, sonra söze başlıyordu. Bunun doğru olmadığının da farkındaydı. Sonra bir gün kafasına dank etti: nasıl ki beynine özne+fiil+nesne sıralamasıyla giriyordu kelimeler, ağzından da bu sıralamada çıkacaktı. Bu da işleri oldukça kolaylaştırıyordu. Sadece mekanizmayı kurmak gerekiyordu ve bu, bol bol uygulama gerektiriyordu. Nasıl ki okumaya özne+fiil+nesne üçlüsünü her cümlede ayıra ayıra başlamış ama sonra beyni bu işe alışınca artık otomatik olarak cümleleri bu sıralamada algılar olmuştu, konuşurken de bir süre özne+fiil+nesne sıralamasını gözetmesi gerekecek, zamanla beyin buna da alışacak ve kelimelerin doğru sıralamayla söylenmesini sağlayacaktı. Ama dediği gibi, bol bol uygulama; yani korkmadan, sonu ne olur diye düşünmeden her fırsatta konuşma.
Böylece Hamdi, John bebeği bile kıskandıracak bir cesaretle daldı karanlıklara. İkinci dönem Amerikalı hocasıyla ABD’nin Ortadoğu politikasını tartışıyorlardı.

Cümleyle ilgili tüm yazılar